Trump Towers, Ofis Kule:2 Kat:18, No:12, Sisli, Istanbul, Turkey

Publication

Publication

Kuvvet Kullanımı ve Siber Saldırılar

2007 Nisan’ında Estonya ve 2010 Haziran’ında İran’a yönelik siber saldırılar sonrasında bilgi teknolojileri dünyasının devletlerin sınai ve endüstriyel tesislere yönelik saldırı gerçekleşebileceğine yönelik kaygıları neticesinde birçok kişi ve kuruluş devlet destekli siber saldırıları değerlendirmeye almıştır. İran nükleer tesislerine yönelik Stuxnet saldırısı hiç şüphesiz yalnızca İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırı değil aynı zamanda siber dünyanın spekülatif senaryolarının gerçekleştiğinin görülmesi bakımından da önem arz etmektedir.

Saldırının ardından İsrail ve Batı dünyasını suçlayan İran yönetimine rağmen saldırının kimin tarafından yapıldığının net olarak ortaya konulmamış olması da meseleyi bütünleşik bir hukuk düzleminde ele almamıza vesile olmuştur.

Bununla birlikte yine Estonya’nın arkasında Rus devletinin bulunduğunu ifade ettiği maruz kaldığı siber saldırılar sonucunda birçok kamu hizmeti, bankacılık hizmetleri ve basın hizmetleri icra edilemez olmuştur.  Estonya, saldırı ardından NATO’dan destek talep ederek, müttefikliğin bir gereği olarak gerekli adımların atılmasını talep etmiş olsa da NATO tarafından bu yönde herhangi tatmin edici bir girişimde bulunulmamıştır. Estonya’nın maruz kaldığı bu saldırı, ilk kez bir devletin başka bir devleti siber kuvvet kullanımından kaynaklı olarak suçladığı ilk olay olması bakımından önemlidir ve uluslar arası hukuk kaideleri bakımından incelemeye değerdir.

Bu kapsamda değerlendirilmesi gereken öncelikli hukuki düzenlemeyi hiç şüphesiz ki Birleşmiş Milletler Anlaşması (‘BMA’) oluşturmaktadır. BMA’nın 2(4) maddesine göre; Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.

İlgili hukuki düzenleme kapsamında ‘kuvvet’ tanımının bugüne değin gerek BMA, gerek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (‘BMGK’) gerekse de Uluslararası Adalet Divanı (‘UAD’) tarafından tanımlanmamış olduğu gerçeğinden hareketle, tartışmanın konusunu ‘kuvvet’in ‘silahlı kuvvet’ ile sınırlı algılanıp algılanmaması gerektiği oluşturmaktadır.

BMA incelendiğinde ‘kuvvet’ ifadesinin aslında niteliksiz bir şekilde kullanıldığı gözlemlenmektedir. Zira aynı ifade BMA’nın 2(4) maddesinde genel biçimde kullanılmışken 44. madde kapsamındaki kullanımı sınırlı şekilde aşağıdaki biçimde ele alınmıştır.

‘Güvenlik Konseyi kuvvet kullanmaya karar verdiği zaman Konsey’de temsil edilmeyen bir üyeyi 43. madde uyarınca üstlenilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi için silahlı kuvvet vermeye çağırmadan önce, o üyeyi dilerse, o üyenin kendi silahlı kuvvetlerine bağlı birliklerin kullanılmasına ilişkin Güvenlik Konseyi kararlarına katılmaya çağıracaktır.’

Maddenin silahlı kuvvet kullanımı öncesinde Güvenlik Konsey’ine verdiği çeşitli yetkiler bakımından ise BMA 41 ve 42. Maddelerinin incelenmesi yerinde olacaktır.

BMA 41 maddesi ‘Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen ne gibi önlemler alınması gerektiğini kararlaştırabilir ve Bileşmiş Milletler üyelerini bu önlemleri uygulamaya çağırabilir. Bu önlemler, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini içerebilir.’ düzenlemesini getirirken 42. madde ‘Birleşmiş Milletlerin tüm üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak üzere, Güvenlik Konseyinin çağrısı ile özel anlaşma ya da anlaşmalar uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli silahlı kuvvetleri ve geçit hakkını da içine almak üzere her türlü yardım ve kolaylığı Konseyin hizmetine sunmayı yüklenirler. Bu anlaşma ya da anlaşmalarda, söz konusu kuvvetlerin sayısı, niteliği hazırlık derecesi ve genel mevkileri ile sağlanacak kolaylık ve yardımın niteliği belirlenecektir. Anlaşma ya da anlaşmalar, Güvenlik Konseyinin girişimi ile mümkün olan en kısa zamanda görüşülecektir. Anlaşmalar, Güvenlik Konseyi ile örgüt üyeleri arasında ya da Güvenlik Konseyi ile ülke grupları arasında yapılacak ve imzalayan devletlerce, her birinin anayasası gereğince onaylanacaktır.’ hükmünü düzenlemektedir.

Yukarıda alıntılanan BMA maddeleri incelendiğinde özellikle 2(4) maddesi kapsamında ‘kuvvet’ ifadesinin içeriğinin belirlenmemesine rağmen 42 ve 43 madde kapsamında silahlı kuvvete yapılan atıf kapsamında Güvenlik Konsey’inin kuvvet kullanımını içermeyen önlemleri alma yetkisinin de ayrı olarak tanımlandığı, bu meyanda da BMA 2(4) maddesindeki ‘kuvvet’ ifadesinin ‘silahlı kuvvet’e denk geldiği ifade edilebilir. Zira bu çıkarım BMA’nın amacı ile de örtüşmektedir. BMA incelendiğinde ‘ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkelerin kabul edilmesinin benimsenmesi’ bir amaç olarak metinde yer almaktadır.

O halde sorulması gereken soru BMA 2(4) kapsamında çeşitlenmekte ve ‘bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı kuvvet kullanma tehdidi’ ile  ‘silahlı kuvvet’ teriminin içeriğine yoğunlaşmaktadır. İngiltere ve Arnavutluk arasında Korfu Kanalı davasında mayın tarama faaliyetlerine ilişkin olarak Arnavutluk’un sınırlarının ihlaline yönelik başvurusu üzerine UAD’nın yargı yetkisine taşınan uyuşmazlıkta UAD  mevcut durumun ‘zor kullanım hakkı veren resmi bir tutum’ olduğuna kanaat getirmiş olmakla ‘kuvvet’ terimini geniş olarak yorumlamıştır.

UAD’nın ‘kuvvet’ temrini geniş olarak yorumladığı önemli bir diğer dava ise Nikaragua davasıdır. Bu davada oluşturduğu içtihat ile UAD,   bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı dolaylı destek şeklinde ortaya çıkan eylemlerinde kuvvet kullanım yasağına tabii olduğuna karar vermiştir. Verilen bu kararda Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şartına Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirliği Yapmaya Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiriye atıfla kuvvet kullanımının en ağır hali ile hafif hali ayrımına gidilmiş ve  UAD adeta bu bildiriyi uluslar arası hukukta kuvvet kullanımın sınırlarını belirleyen bir tutumla bu davranışın hukuki bir zorunluluk teşkil etmesi zorunluluğuna vurgu yaparak BMA 2(4) maddesindeki ‘kuvvet’ ifadesinin ifade ettiği kapsamı değerlendirmiştir. Bu durum, devlet destekli siber saldırılar karşısında hukuki alanın belirlenmesi bakımından önem arz etmektedir. Zira böylelikle bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı kuvvet kullanmaktan kaçınma eylemi hukuki bir zorunluluk teşkil edeceğinden bu amaçla kuvvet kullanımına az veya çok, dolaylı veya doğrudan destek verilmesi de BMA ilkelerine aykırılık doğuracaktır. Bildirinin üye devletlere bu amaca yönelik ‘teşvik etme’ yükümlülüğü getirmesi de yine siber saldırılar karşısında BMA’nın genel bakış açısını ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte özellikle siber saldırıların maddi ve manevi unsur bakımından ve yine amaçları bakımından ifade ettiği anlamların tespiti zor olması bakımından konuyu eylemin gerçekleşme aşaması, niteliği, sonuçları bakımından incelemek uygun olacaktır. Bir başka ifade ile devlet destekli olmayan bir siber saldırının sonrasında bir devletin BMA 2(4) maddesine aykırı şekilde davranmasına yol açması söz konusu olabilir. Örneğin herhangi bir hacker grubu tarafından sınır güvenliği sistemlerine yapılan bir saldırı neticesinde komşu devletin bu fırsattan istifade bir diğer ülkeye saldırı yapması halinde, hacker grubunun faaliyetlerini BMA 2(4) maddesi kapsamında saldırı yapan devlet ile ilişkilendirmek siber saldırıların ekseriyetli anonim etkisi bakımından sorun olabilir. Bununla birlikte espiyonaj ve casusluk faaliyetlerinin herhangi bir kuvvet kullanımı ile ilişkilendirilmeksizin devam etmesi halinde bu faaliyetlerin milli güvenlik ve istihbarat uygulama ve politikaları karşısında BMA 2(4) maddesi kapsamında ne gibi bir sorumluluk doğuracağı tartışma konusudur.

Yalnızca devlet dışı kurumlarda siber güvenlik sorunlarına yol açacak şekilde tezahür eden benzer faaliyetlerin de yine bir şekilde devletlerin sorumluluğunu doğuracak siber kuvvet kullanımına ilişkin uygulamalara tabi olması da olasıdır. Örneğin, GPS sistemlerine yapılan bir saldırı neticesinde ticari hava taşımacılığı yapan bir uçağın uğradığı siber saldırıdan haberdar olunması halinde ülkenin en kalabalık yerine düşürülmesine katkı sağlanması halinde hiç şüphesiz ki ilgili saldırıyı yapan bir hacker grubu ile devlet arasında irade ve eylem sonucu bakımından bir birliktelik olunmamasına rağmen netice bakımından siber güvenliğin bir siber savaş eylemi halinde algılanması olasıdır.

Tüm bunlar değerlendirildikten sonra BMA ve özellikle NATO düzenlemeleri kapsamında ülkelerin siber alanda korumakla yükümlü ve yetkin oldukları alanları belirleyerek ortak politika ve uygulama geliştirmesi gereklidir. Örneğin ABD’de her türlü siber saldırıya karşı verilecek tepkinin askeri unsurları da barındırabileceği resmi olarak kabul görmüştür. Ülkemizde de siber güvenlik alanında mevzuat düzenlemesi yapılırken uluslar arası yasal düzenlemeler kapsamında düşünce aşamasında kalan eylemlerden araç ve amaç aşamasına geçen eylemlere denk siber güvenlik doktrininin oluşturulması ve bu kapsamda da hibrid bir mevzuat yapısının oluşturulması gerekmektedir.

Kustepe Mahallesi, Mecidiyekoy Yolu Caddesi, Trump Towers, Ofis Kule:2 Kat:18, No:12, Sisli Mecidiyekoy, Istanbul, Turkey

Subscribe Our Newsletter

© 2025 HERDEM | All Rights Reserved. Powered by Stingreys

HERDEM

360